Matilda…

Simsiyah bir köpeğim oldu kısa bir süre için. Matilda dedim ona. Dişiydi. Yuva aranıyordu, geçici anne olmuştum. Köpek annesi. Bir hafta kaldı benimle. Bir gece eşim yokken birlikte yattım onunla. Öyle mutluydu ki durmaksızın hareket ettirdiği küçücük kuyruğu ile koca yatağı sallıyordu. Sonra bir yuva bulundu. Bahçeli bir ev gerekiyordu, benimki gibi bir apartman dairesi…

Kabul…

Duaya inanıyorum. Hayal kurmaya da. Eski bir şairin söylediği gibi hiç hayal kurmayıp dua edenlerden değilim. İnsan hayalini kurmadığı neyin duasını edebilir ki? Duayı önemsiyorum, hayal kurmayı da. Her ikisi de bana ümit vaat ediyor. Geleceğe dair ümitlerim var. Sadece kendi geleceğim değil dünyanın ve tüm insanlığın geleceği için dua ediyorum. Kötülüklerin son bulacağına, kalplerimizde…

Benim Adım Tan…

İki kadın var içimde. Biri azimle mutlu diğeriyse azimle mutsuz olmaya çalışan… O iki kadını sanırım hayatım boyunca içimde taşıyacağım. İki kadın; biri Gülis, diğeri Tan. Gülis biraz kırılgan, alıngan. Zaman zaman çarpık düşüncelere teslim edebilir zihnini. Hayata tek pencereden bakar, çokça bulutludur gökyüzü. Bildiğimiz bulutlar değil hüzün bulutları kaplamıştır ortalığı. O hüzne teslim olur…

Ölme Pahasına Yaşamak

İkinci Dünya Savaşının kimler arasında yaşandığını unutmuştum. O savaşa dair belli belirsiz bir anı kalmıştı zihnimde. Virginia Woolf’un anısı. Eşiyle birlikte Londra’daki evlerinden uzaklaşıp bir köy evine sığınmışlardı ancak bütün ülke bombalanıyordu. Bombaların her patlayışında evin camları kırılıyordu. Ellerini başlarının üzerinde birleştirip yatarlarken uyarmıştı Leonard Woolf: “Dişlerin birbirine değmesin…” Ne o savaşı ne de diğerlerini…