Blog

Cengiz Güneş 1976-Ankara doğumlu. Tıp Fakültesini bitirdikten sonra psikiyatri konusunda uzmanlaştı.  Sevgililer Günü dolayısıyla kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirdik.

Gülistan Sinanoğlu: Aşkın ve sevginin tanımını nasıl yaparsınız?

Cengiz Güneş: Öncelikle aşk fizyolojiktir, sevgi ise psikolojik. Aşk dediğimiz olay ilk görüşte olur. İlginizi çeken kişiye karşı ani bir çekim hissedersiniz, kalp atışlarınız hızlanır, heyecan duymaya başlarsınız, vücudunuzda fizyolojik değişiklikler ortaya çıkar ve hedefe ulaşıldıktan sonra mutlaka bitmeye mahkumdur.  Sevgi çok daha farklıdır. Zamanla ortaya çıkar gelişir ve büyür. Aşk gibi içgüdüsel değildir, sevebilmek yetenek ister. Öğrenilebilir ve geliştirilebilir bir sanattır sevme sanatı. Diğer bir deyişle aşk hissetmektir, sevgi düşünmek…

Aşk başlangıçta vardır ve kavuşma anına kadar biraz artış gösterebilir ama kavuştuktan sonra azalır ve biter. Ama bu konuda ümitsizliğe kapılmamak lazım, çünkü giderken yeri boşta kalmaz. Eğer bu ilişkinin içinde karşılıklı bir saygı ve hoşgörü var ise yerini çok daha kuvvetli, kalıcı bir duyguya yani sevgiye bırakır; Sevgi.   Sevgi, zaman içinde artarak bir seviyeye ulaşır. Bu seviyenin neresi olacağı biraz önce de belirttiğim gibi ilişkinin kendi içindeki dinamiklere de bağlıdır. Bunların başında da saygı gelir.

Gülistan Sinanoğlu: Aşk ihtiyaçtan mı doğar?

Cengiz Güneş: Evet doğru aşk ihtiyaçtan doğar. Fizyolojiktir ve üreme içgüdüsünün yansımasıdır. Üreme çağına gelen organizmanın vücudunda ortaya çıkan fizyolojik değişimlerin bir ürünüdür aşk.

Gülistan Sinanoğlu: Aşk gelmek için mantıklı nedenler arar mı yoksa sadece kalbin sesi olarak mı ortaya çıkar?

Mesela eski filmlerde sosyal statülerinin birbirinden çok farklı olduğu kahramanların aşklarını hayranlıkla izler ve inanırdık. Oysa aslında gerçek hayatta bu tür aşkların fazla geçerliliği yok değil mi?

Cengiz Güneş:Aşkın içinde mantık yoktur. İçgüdüseldir. Hatta aşık olan insanlarda bazen gerçeği değerlendirebilme, yargılama, diğer bir deyişle muhakeme etme yeteneği bozulabilir. Bu saydığım özellikler psikiyatrik hastalıklardan bir grup olan psikotik hastalıklarda yaşananlara benzer bir süreçtir. Eğer hastalıksa da güzel bir hastalıktır aşk. Kalp, aşkın kaynağı değil olsa olsa kurbanı olabilir.   Eski filmlerden bahsedince aklıma geldi.. Nedense bu filmler hep kavuşma anına kadar olan kısmı gösteriyor bize. Çünkü o andan sonrası filmlere konu olacak kadar ilgi çekici değil.

Gülistan Sinanoğlu: Evet haklısınız. Bilim aşkı araştırıyor bildiğim kadarıyla. Buna bilimsel bir bakış açısı getirmek istesek neler söyleyebiliriz?

Cengiz Güneş: Yakın zamanda aşık olan insanların beyin görüntüleme çalışmaları popülerlik kazanmaya başladı. Çelişkili sonuçlar var ama dikkate değer bir durumdan söz etmek istiyorum. Aşık olan bireylere aşık oldukları kişinin resmini gösterdikleri veya sesini dinlettikleri esnada yapılan fonksiyonel beyin görüntüleme çalışmalarında beyinde ortaya çıkan değişikliklerin, aşık oldukları kişi ile birlikte olmaya başladıktan yani kavuştuktan yaklaşık 2-3 ay sonrasında kaybolduğu, kavuşamayanlarda ise bu değişikliklerin aynen devam ettiği gözlenmiş. Yani bilim aşka, kavuştuktan sonra 3 aylık bir ömür biçiyor.  Doğaldır ki beyinde ortaya çıkan değişiklikler insanların davranışlarını da etkiliyor. Bu nedenle aşık olan bireyin davranışları ile aşık olmayan bir bireyin davranışları birçok alanda farklılıklar göstermektedir. Buradan şunu söyleyebilirim ki, eğer kavuşabilmiş olsalardı ne Mecnun, Leyla için çölleri geçerdi, ne de Ferhat, Şirin için dağları delerdi. Biz bugün hiçbirini tanımıyor olurduk.

Gülistan Sinanoğlu: İsterseniz biraz da eski zaman aşklarından söz edelim. Aşkın ömrünün uzun olmadığını söylediniz. Bu değişmiyor belki ama ilişkilerin ömründe dikkat çekecek kadar değişme var. Bu konuda neler söyleyeceksiniz? Nedir bizi değiştiren?

Cengiz Güneş:Haklısınız, ilişkilerin ömrü kısalıyor, ama zaten ilişkilerin süresini belirleyen aşk değil sevgidir. Aşkın ömrü konusunda yüzyıllardır çok fazla bir değişiklik olduğunu zannetmiyorum ama sevgi gün geçtikçe azalıyor, çünkü sevginin olmazsa olmaz unsuru olan saygı azalıyor. Bunda da maddeye dayalı, kısa süreli hazların egemenliğinde, manevi değerlerden yoksun hayat tarzının önemli olduğunu düşünüyorum.

Gülistan Sinanoğlu: Aşkı korumak mümkün müdür peki? Yoksa o bize hiç sormadan gelir ve gider mi?

Cengiz Güneş: Aşkı korumanın çok fazla mümkün olduğunu düşünmüyorum ama sevgi ve saygıyı yücelterek ilişkilerimizi daha kaliteli yaşayabiliriz. Gelirken bize sormadığı gibi giderken de laftan anlamaz aşk.

Gülistan Sinanoğlu: Evliliğin aşkı öldürdüğü algısı var. Bu ikisi yan yana olamaz mı gerçekten?  Ya da az önceki saptamalarınızdan hareketle şöyle soralım; Aşkı birlikte olma, kavuşma hali öldürüyorsa ne yapmalı?

Cengiz Güneş: Artık yaptığımız açıklamalardan sonra evliliğe rağmen aşık kalmanın pek mümkün olmadığı görülüyor. İlişkilerin kalitesini, aşkın devamlılığına endekslememek, sevgiyi yüceltmek, sevdiğimiz kişi ile daha yoğun empati kurmak, onun değerlerine saygı duymak, karşımızdaki insanı olduğu gibi kabullenmek, aşktan daha yüce bir duygu olan sevgiyle dolu bir ilişki yaşamamıza yeterli olacaktır.

Gülistan Sinanoğlu: Toplumsal etkenler aşkı etkiler mi? Marmara depremi sonrasında Mete Işıkara’nın her sözü medyada büyük yer tutuyor ve kendisi bu konudaki en güvenilir otorite kabul ediliyordu. O günlerde yapılan bir ankette kendisinin “en seksi erkek” seçildiğini hatırlıyorum. En güvenilir değil en seksi erkek! Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

Cengiz Güneş: Bu konu gerçekten benim de zaman zaman açıklamakta zorlandığım bir konu. Şunu söyleyebilirim ki insanlar ilk tanıştıkları kişilerde kendi ebeveynlerine ait özellikler ararlar. Bu nedenle güven hissi çok önemli. Belki de sizin de belirttiğiniz gibi o zamanlarda o kişiye karşı duyulan güvendi onu insanların gözünde çekici kılan. Aşık olunacak kişide aranan özellikler zamana ve değer yargılarına göre değişiklik gösterebilmektedir. Toplumun gözünde akıl yüceltilirse akıllı insanlar, güzellik yüceltilirse güzel insanlar, bilgelik yüceltilirse bilge insanlar, güvenilirlik yüceltilirse güven timsali insanlar çekici olabilirler. Bunu gelip geçici bir durum olarak görüyorum, zira bugün bir araştırma yapsak bu değerli bilim adamının insanlara çok da çekici geleceğini düşünmüyorum.

Gülistan Sinanoğlu: Kadınlar ve erkekler arasındaki farklar insanların hep ilgi alanı olmuştur. Kadın aklı ile erkek aklı gerçekten bu kadar farklı mı çalışır? Şakayla karışık soralım; aynı zaman diliminde biz kadınlar ilişkimiz üzerinde düşünüp senaryolar üretirken erkekler sadece o haftaki derbide hangi takımın galip geleceğini mi düşünmektedir?

Cengiz Güneş: Kadın beyni ile erkek beyni çok farklı çalışıyor ve öyle de olmak zorunda. Buss isimli bir araştırmacı yaptığı antropolojik çalışmalar sonucunda kadın beyninin erkek beynine göre daha erken evrimleştiğini tespit etmiş ve bu durumun hayatın devamı için öneminden bahsetmiştir. Kadının öncelikleri ile erkeğin öncelikleri çok farklıdır. Kadınlık hormonları olarak bilinen östrojenler ve erkeklik hormonu olarak bilinen testesteronlar beyinde bazı özel alanlara etki ederek davranışları yönlendirebilmektedir. Bu durumda artık erkeklerin ve kadınların birbirlerini eleştirmek ve değiştirmeye çalışmak yerine olduğu gibi kabullenmeleri daha doğru olacaktır. Bırakın erkekler derbi maçlarını düşünedursun siz de o arada yarın kendinize ne alacağınıza veya ilişkinizi nasıl renklendirebileceğinize kafa yorun.

Gülistan Sinanoğlu: Peki. Ben bu önerinizi dikkate alacağım:) Son olarak 14 Şubat için ne söylemek istersiniz?

Cengiz Güneş: Eğer ki bir insan yılın 364 günü hatırlanmıyor da 14 Şubat günü hatırlanıyor ve bu insan  bu durumdan mutluluk duyuyor ise kendisini ciddi bir şekilde sorgulaması gerekir diye düşünüyorum. Yok eğer hayatının her gününde sevdiğini ve sevildiğini hissediyorsa o zaman da 14 Şubat gibi sembollerin hayatında önemli olmaması gerekir. Özel günler, ilişkilerin tazeliğini koruması, renklenmesi ve devamlılığı için önemlidir. Bence bu özel  günler doğum günü, evlilik yıldönümü gibi o kişilere özel günler olmalıdır, toplumun dayattığı günler değil. Ancak tüketici toplumun ve tüketim araçlarının (bankalar, kredi kartları vb..) yaptığı yoğun baskı, uyaran bombardımanı ve teşvikler neticesinde artık 14 Şubatlar, sevgililer günü olmaktan çıktı ve “sevildiğini zannedenler günü” olmak yolunda hızla ilerliyor.

Gülistan Sinanoğlu: Teşekkürler …

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Yorumu gönder